Jack Jackson

Jack Jackson

Jack “One-Eyed” Jackson: Çöplüğün Çocuğu
Arizona’nın sıcak ve kurak bir yaz sabahında, 7 yaşındaki Jack Jackson,
ailesinin toprak damlı evinin önünde duruyordu. Ayaklarının dibinde
yırtık pırtık bir çanta, içinde ise bir parça ekmek ve bir eski ceket
vardı. Annesinin son sözleri, hâlâ kulaklarında çınlıyordu:
“Senin gibi bir pislikten bıktık! Git artık, kendi başının çaresine bak!”
Jack ne olduğunu tam olarak anlamıyordu, ama bir şey kesindi: Artık
ailesi tarafından istenmiyordu. Babası her zamanki gibi sarhoş, annesi
ise ağlamaktan yorgun düşmüştü. Babası ona bakmadan evin kapısını sertçe kapattı, Jack’in çocukluğunu da o kapının arkasında bırakıp gitmesine neden oldu. Henüz 7 yaşında olmasına rağmen, hayatta kalmanın ne kadar zor olacağını o an anlamıştı.


Çöplüğün Yolcusu
Jack’in hayatı o günden sonra Arizona’nın çöplüklerinde geçmeye başladı. Her gün yiyecek bir şeyler bulmak için kasabanın kenarındaki çöpleri karıştırıyordu. Kasabanın çocukları onu gördüğünde dalga geçer, taş atardı. “Pis Jack!” derlerdi ona, ama Jack onlara aldırmazdı. Çünkü başka çaresi yoktu. Geceleri, kasabanın en karanlık köşelerinde uyur, soğuk gecelerde bir köpek gibi titrerdi. 7 yaşında olmasına rağmen, kendini güvende hissettiği bir yer yoktu. Annesinin ona verdiği eski ceketi üzerine örtüp soğuktan korunmaya çalışırdı. Ancak Jack’i bu dünyada koruyacak tek şey, onun içindeki hayatta kalma içgüdüsüydü. Bir gün çöplüklerde, kırık bir ayna parçasına bakarken, kendi yansımasına dikkatlice baktı ve kendi kendine söz verdi:
“Kimse bana acı çektirmeyecek. Asla bir daha kimseye muhtaç olmayacağım.” İlk Çalma Denemesi Bir gün açlıktan kıvranan Jack, kasabanın zenginlerinden birinin pazar alışverişi yaptığı sırada, cüzdanına göz dikti. Küçük elleri sessizce
cüzdana uzandı, fakat tam o anda adam Jack’i fark etti ve onu yere
savurdu. Cüzdanı elinden alarak Jack’e tokat attı ve bağırdı:
“Hırsızlık yapmaya utanmıyor musun, pislik?”
Jack yere düşmüş, elleriyle yüzünü korumaya çalışıyordu. O an, Jack’in
içinde bir şeyler kırıldı. İlk defa hayatta kalabilmek için çalmaya
çalışmıştı ve insanlar onu yine aşağılamıştı. Ancak bu dayak, Jack’i
korkutmak yerine ona başka bir ders verdi: Güçlü olmalıydı, ya da daha
kurnaz. Jack o günden sonra daha dikkatli, daha sessiz hareket etmeyi öğrendi. Başkalarının dikkatini çekmeden çalmayı başardığında, içinde garip bir tatmin hissi oluştu. Artık sadece hayatta kalmak için değil, aynı zamanda bu zalim dünyadan intikam almak için çalacaktı.
Jack, Pisliklerle Tanışıyor Zamanla Jack kasabanın yeraltı dünyasında küçük çaplı işlere bulaşmaya
başladı. Bir gün kasabanın en kötü şöhretli serserilerinden biri olan Mad
Dog Morgan ile karşılaştı. Mad Dog, Jack’in çöplüklerde büyüdüğünü
biliyordu ve onu yanına çekmeye karar verdi.
“Senin gibi hayata çöp gibi fırlatılmış bir velet işime yarar,” dedi Mad
Dog gülerek. Jack’e baktığında, sadece pis bir çocuk değil, tehlikeli bir
potansiyel görüyordu. Jack ise bu teklifi hemen kabul etti, çünkü artık
daha fazlasını istiyordu. Hayatta kalmak için çalmayı öğrenmişti, ama
şimdi gücün nasıl elde edildiğini öğrenmek istiyordu.
Jack “One-Eyed” Jackson: Haydutluğa Giden Yol
Jack, Mad Dog Morgan’ın yanında büyüdükçe, çöplüklerde kazandığı hayatta
kalma becerilerini daha kurnaz ve acımasız yöntemlerle geliştirmeye
başladı. Mad Dog, Jack’e yalnızca çalmayı değil, insanları nasıl manipüle
edeceğini, zayıflıklarını nasıl kullanacağını da öğretiyordu. Jack her
geçen gün daha da acımasız ve soğukkanlı birine dönüşüyordu.
İlk Büyük Soygun
13 yaşına geldiğinde, Jack artık Mad Dog’un sağ kolu olmuştu. Bir gün Mad
Dog, kasabanın dışındaki küçük bir tren istasyonunu soymaya karar verdi.
Bu, Jack’in bugüne kadar karşılaştığı en büyük iş olacaktı. İstasyonda
büyük bir kargo treni bekleniyordu, içinde altın ve mücevherler vardı.
Mad Dog, Jack’e ilk kez liderliği verecekti.
Soygun günü geldiğinde Jack, planını sessizce uygulamaya koydu. Mad Dog
ve adamları kasabanın dışındaki istasyonu gözetlerken, Jack gece
karanlığında trenin üzerine tırmandı. O kadar sessiz hareket ediyordu ki,
trenin koruyucuları hiçbir şey fark etmedi. Jack trenin içindeydi; altın
dolu sandıkları görünce nefesi kesildi. Ancak tam o sırada arkasında bir
ses duydu:
“Hey sen! Ne yapıyorsun burada?”
Bir koruma, Jack’i fark etmişti. Ama Jack tereddüt etmeden silahını çekti
ve adamı vurmadan önce gözünün içine baktı. Bu, Jack’in ilk cinayetiydi.
İlk başta elleri titremişti, ama sonra bir rahatlama hissetti. Artık geri
dönüş yoktu. O an, Jack bir soyguncudan daha fazlası olmuştu: Bir katil.
Bir Gözünü Kaybediyor
Bu soygun, Jack için büyük bir başarıydı ama Mad Dog daha fazlasını
istiyordu. Bir süre sonra Mad Dog’un açgözlülüğü başına bela oldu. Kötü
şöhreti yayılmaya başlamıştı ve kasaba şerifi, Mad Dog’un peşine düştü.
Bir gece, Mad Dog ve adamları saklandıkları yerin basılmasıyla şiddetli
bir çatışmaya girdiler. Jack de oradaydı, çatışma sırasında yüzüne bir
kurşun isabet etti. Kurşun, sağ gözünü yerinden çıkarıp geçti.
O an Jack için her şey değişti. Artık Jack, sadece bir suçlu değil, “OneEyed” lakabını alan korkutucu bir figürdü. Mad Dog Morgan çatışmada öldü,
Jack ise sağ gözünü kaybetmiş olmasına rağmen hayatta kalmayı başardı.
Fakat bu olay, onu daha karanlık bir yola sürükledi.
Çetenin Lideri
Mad Dog’un ölümünden sonra Jack çetenin başına geçti. Artık o,
çöplüklerde büyüyen zavallı bir çocuk değildi; Arizona’nın en korkulan
haydutlarından biriydi. Jack, bir gözü kapalı, yüzündeki yara iziyle
karanlık gecelerde kasabalar arasında dolaşıyor, zenginlerin mallarını
yağmalıyordu. Çöplüklerden gelen bir pislik olarak başladığı hayatta,
şimdi çöplüğün kralı olmuştu.
Jack’in çetesi, onu korkusuz bir lider olarak görüyordu. Jack’in
acımasızlığı dillere destandı; düşmanlarını asla affetmezdi. Bir
keresinde, altınlarını çalan bir grup rakip haydutu yakaladığında, onları
çölde susuz bırakarak ölmeye terk etti. Bu, Jack’in intikam anlayışıydı:
Acımasız ve amansız.
Yalnızlık ve İntikam
Ancak Jack’in içinde derin bir boşluk vardı. Gücü ve serveti artmış olsa
da, içindeki yalnızlık hiç geçmedi. Ailesi tarafından terk edilmenin
yarattığı öfke ve hayal kırıklığı, onu bir gölge gibi takip ediyordu.
Hiçbir servet, bu boşluğu dolduramazdı. O yüzden, Jack her gün daha fazla
soygun yapıyor, daha fazla kan döküyordu.
Bir gün, kasabanın büyüklerinden biri Jack’in annesinin hâlâ hayatta
olduğunu ve başka bir kasabaya taşındığını söyledi. Jack’in içindeki öfke
ve nefret yeniden alevlendi. Annesine ulaşmanın, onunla yüzleşmenin ve
onu terk ettiği için cezalandırmanın yollarını aramaya başladı.
İhanet ve Sürgün
Bir gece, Jack’in adamlarından birkaç tanesi, onun liderliğini
sorgulamaya başladı. “One-Eyed” Jackson artık bir lider değil, bir tehdit
haline gelmişti. Soğukkanlı katilliği ve acımasız tavırları, çeteyi
sürekli tehlikeye atıyordu. Jack farkında olmadan çete içinde bir isyan
büyümeye başladı.
Jack, bir tren soygunu sırasında işlerin ters gitmesi üzerine çılgına
döndü ve çetesinden bir adamı, başarısızlığı yüzünden vurdu. Bu, çete
için bardağı taşıran son damlaydı. Gecenin ilerleyen saatlerinde, çetenin
geri kalanı Jack’in çadırına girdi ve onu zorla dışarı çıkardı. Liderlik
için yapılan bir oylamada Jack, kendi adamları tarafından kovuldu.
Jack, çıldırmış gibiydi. Bir zamanlar ona bağlı olan adamlar, şimdi ona
sırtlarını dönmüş, onu çöle terk etmişlerdi. Onun gözünde bu, yalnızca
kişisel bir ihanet değil, toplumun ona başından beri yapmaya çalıştığı
şeyin bir yansımasıydı: Dışlamak, hor görmek ve yok etmek.
Çölde Yalnızlık
Jack, çetesiz kaldıktan sonra, Arizona’nın uçsuz bucaksız çöllerinde
yalnız başına dolanmaya başladı. Aç ve susuzdu, ama içindeki öfke onun
hayatta kalma gücüydü. Çölde geçirdiği günler boyunca Jack, ailesi
tarafından kovulmuş 7 yaşındaki o çocuğu hatırladı. Kendi elleriyle inşa
ettiği hayatın da aynı şekilde elinden alınmış olması, içindeki kin ve
nefreti besliyordu. Jack, artık sadece intikam için yaşıyordu: Topluma,
onu reddeden herkese ve her şeye karşı duyduğu derin bir kin.
Bir gece çölde tek başına dolaşırken, Jack uzaklardan gelen bir ateş
ışığı gördü. Merakla yaklaştığında, bir grup haydutun ateş başında
oturduğunu fark etti. Onlara sessizce yaklaşan Jack, grubun liderinin
adını duydu: Bobby Bill, nam-ı diğer Skinners’ın Kralı.
Skinners Çetesine Katılım
Skinners, Jack’in bildiği her çeteden daha acımasız ve vahşi bir gruptu.
Bunlar, toplumdan tamamen dışlanmış, hiçbir ahlak kuralı tanımayan,
hayatta kalmak için her türlü vahşeti göze alan adamlar ve kadınlardı.
Liderleri Bobby Bill, Jack’in adını duymuştu. “One-Eyed” Jackson, kendi
çetesinden kovulmuş olsa da, hâlâ korku salan bir isimdi.
Hank donovan , Jack’i çetenin kampına davet etti. Aralarında geçen kısa
bir konuşma, Jack’in hayatını tamamen değiştirecekti.
“Çeten seni sattı, ha?” dedi hank alaycı bir gülümsemeyle. “Onlara ne
demeli? Zayıflar her zaman böyle yapar.”
Jack’in gözleri öfkeyle parladı, ama hank in yaklaşımı onu büyülemişti.
“Biz Skinners, zayıflara yer yok,” dedi hank. “Eğer bizimle olacaksan,
toplumun kurallarını ve onları tamamen unutmalısın. Biz, toplumun
döküntüleriyiz, ve bize zarar veren her şeyi yok ederiz.”
Bu sözler Jack’i derinden etkiledi. Yıllardır içinde taşıdığı öfke, artık
bir anlam kazanmıştı. Toplumu yok etmek, onun intikamı olacaktı.
Skinners’a katılmak, Jack için sadece bir hayatta kalma aracı değil, aynı
zamanda kişisel bir misyondu: Ona sırtını dönen herkesin ve her şeyin yok
edilmesi.
Topluma Karşı Nefret
Jack, Skinners çetesine katıldıktan sonra, içindeki nefret onu daha da
tehlikeli biri haline getirdi. Artık sadece zenginleri soymak ya da altın
peşinde koşmakla kalmıyor, kasabaları yakıyor, insanları rastgele
öldürüyordu. Toplumun kurallarına ve düzenine karşı duyduğu derin öfke,
her soygunla birlikte daha da büyüyordu.
Bir keresinde, Skinners çetesi bir kasabayı bastığında, Jack halkı bir
meydanda topladı ve kasabanın şerifini, halkın önünde infaz etti. Bu,
Jack’in mesajıydı: “Beni dışlayan bu toplumun hiçbir parçası güvende
değil.” Onun için herkes potansiyel bir düşmandı. Kasabalarda dolaşan
hikayeler, Jack’i bir halk düşmanı, karanlığın figürü haline getirmişti.
Jack’in artık hiçbir şeye inancı kalmamıştı. Ne insanlığa, ne adalete, ne
de merhamete. Skinners’ın bir parçası olmak, Jack’i sadece daha güçlü
yapmadı, aynı zamanda onu bir canavara dönüştürdü. Artık onun için sadece
intikam vardı, ve bu intikamı alana kadar durmayacaktı.