Arnold Horton

Arnold Horton

Arnold 1864 yılının 12 temmuzunda kurak bir yaz gününde Montana’da soyadları ile aynı olan Horton’s çiftlik evinde gözlerini açtı. Varlıklı bir ailenin ilk ve tek çocuğuydu. Annesi ve babası kendisinin doğumundan itibaren bütün ihtiyaçlarını en iyi şekilde karşılamaya çalışmışlardı. En iyi öğünlerle beslendi, en iyi kıyafetleri giydi, hastalandığında insanlar çocukları için doktor bulamaz iken başka eyaletten doktorlar getirildi. Eğitimi için özel hocalar tutuldu ve eldeki bütün imkanlar Arnold için seferber edildi. Çocukluk yılları böyle geçmişti. Biraz daha büyüyünce Arnold’ı babası ekonomi okuması ve kendi şirketlerinin başına geçmesi için İngiltere’ye gönderdi. Dört yıl boyunca orda başta ekonomi ve para politikaları dersi alan Arnold şirketin ve çiftliğin başına geçmek için tekrardan evine döndüğünde yalnız değildi. İngiltere’de tanıştığı ve ailesinden gizlice evlendiği sevgili eşi Marry’de yanındaydı. Üstelik Marry altı aylık hamileydi. Kendilerinden habersiz ve izinsiz şekilde evlenen oğullarının bu davranışını kabul etmeyen Horton ailesi o üstlerine titredikleri bu yaşına kadar bir dediğini iki etmeyen anne ve babası çocuklarını mirasından mahrum bırakıp evlatlıktan red etti. Bu duruma çok sinirlenen Arnold altı aylık hamile eşini yanına alıp New Mexico’ya taşınmak istedi. Buraya taşınmasının çok önemli bir nedeni vardı. New Mexico’da bulunan petrol ve doğalgaz rezervleri çok zengindi. Bu petrolü ve doğalgazı çıkarmak isteyen çok fazla şirket vardı. O şirketlerden birinde işe girebilir ve muhasebesini tutabilirdi. Bu fikir çok hoşuna gitmiş ve sabah ilk tren ile New Mexico’ya geçmişti. İşini bulup evini tuttuktan sonra eşine telgraf çekmiş ve New Mexico’ya gelmesini söylemişti. Marry’nin de yeni evlerine geçmesi ile artık mutlu mesut yaşayabileceklerdi. Yani öyle olmasını umuyorlardı. Ancak bu mutlu evlilik çok uzun sürmedi. Bir yıl sonra taşındıkları büyük düzlüklere baskın düzenleyen bir gurup haydut tarafından canice katledilen eşi ve çocuğunun kanını yerde bırakmamak için her yolu denedi.Günlerce sheriff ofisinin önünde yattı. Biriktirdiği para ile kelle avcıları tuttu. Ama batı hala ıslah olmamış, medeniyetten nasibini almamıştı. “Vahşiydi” Adaletten yana umudunu kesen Arnold artık yaşayan bir ölü gibiydi. New Mexico’daki işinden ayrılmış, artık daha çok günü birlik işlerde çalışmaya başlamıştı. Gün geliyor limanda hamallık yapıyor, gün geliyor pazarda birilerinin eşyasını taşıyordu. Bir gün Winewood’da salonda kafayı çekerken birilerine denk geldi. Sanki insan değillerdi. İnsanlıktan nasibini almamış bu kişilerin konuşmalarına kulak verdi. Duyduğuna göre bu kişiler kendi içlerindenki bir adamı sırf kendilerinden para çaldığı için infaz etmiş ve yerine birilerini arıyorlardı. Aradığı fırsat ayağına gelmişti Arnold’ın. Hemen grubun masasına gitti, kendisini tanıttı. Başta ciddiye alıp yüzüne bakmadılar, hatta birazda tartakladılar. Ancak Arnold’ın vazgeçmeye, pes etmeye niyeti yoktu. Bir şekilde ailesinin kanını yerde bırakmamak için bu gruba dahil olmalıydı. Şansını tekrar denedi ve kendisini kanıtlamak için grubun en salağı ile dövüşmesi gerektiğini söylediler. Çalıştığı günü birlik işler, kendisini kondisyon anlamında bayağı yukarı çektiği için dövüşü kazanmayı başardı ve grubun lideri Jonathon Hank Donavon tarafından ekibe dahil edildi. Artık ekibin hem muhasebesini yapacak, hem de ailesini öldüren o şerefsizlerin izini sürebilecekti.